cuma günü dersanede boş boş oturup turgaybeyle resim çizmecilik oynarken yanımıza gemişti. mezunmuş,
başka yerden geliyomuş. öyle dedi. güzeldi. ama çok ciddiydi. hayatın bütün zorluklarını tek başına aşmış yürüyüşü ve yılların birikimi omuzlarına çökmüş bakışıyla dalyan gibi delikanlı, destan gibi gerçeküstüydü.ceketi deri, sakalı güzel insan familyasından, sesinin tonu buz kestiren
(o da ne demekse baboli).bi süre masamıza oturdu, hoşbeş ettik. ama çok ciddi. konuşurken ağlayasım geldi, pınarlarım doldu, zor tutundum. ben ki
penguenhanım, böyle kasvetli, sıkıntılı şeylere gelemeyen, ama yine de onu dinlemekten alamadım kendimi. bu müthiş tezatla büyülemişti beni. öss öğrencisi deyil çok mühim işadamı gibi tavırlarıyla beni felç etmekle beraber turgay beyin piskopat davranışlarına maruz kaldı. ve tam iki kere güldü bize. dağ olsa dayanmaz. sesi bile çıktı gülerken.
hoca geldi.ve beni benden alan yirmi üç saniyelik zaman dilimine yaklaştığımdan habersiz, onun biyoloji etütüne adını yazdırmasını izliyordum. eksik olduğu konular varmış, bi defterine baksınmış. yandan asmalı, deri siyah, zencifre kokan çantasından çıkardığı harita metod telli defteri masaya koyarkenki yüzünün ifadesiyle
o defterin üstündeki "gamsız"lar nasıl da tezatlık oluşturuyordu karşımda. o heybetli, o hayata karşı dimdik duruşlu, o ayakları yere sağlam basınçlı, o karizmatik insanın defterinin üstünde
winnie the pooh vardı. ressmen winnie the pooh. üstünde göbeği açıkta bırakan kırmızı klasik winnie tişörtüyle zalimce gülüyordu bana. adeta "naber skintoş beyenemedin mi" der gibiydi. nası beyenebilebilirdim ki. ibişoğlan. ben olayın şokunu atlatamadan o gitmeye karar verdi. gitme diyemedim. mec'alim yoktu. bir an önce gördüklerimin bi ruya olmasını istiyordum ya da ansızın gözden kaybolmasını. olmadı. pınarımda iki damla yaşla bakakaldım giden geminin arkasından.hayat güzeldi, atamazdım kendimi denize.